Geleneksele Yeni Bir Bakış
Merhaba ben Merve Yeşil, yine inşaa etmelik yeni bir şeyler buldum. Kelimelerle dünya inşaasında yeni bir yaklaşımla daha sizlerleyim.
Ne çok batılıyım ne çok doğulu. Her şeyin dengede hali makbuldür benim için. Bir yanım jazz dinler diğer yanım türkü. Bir yanım uyanınca üçüncü nesil kahvesini içmeden güne başlayamazken diğer yanım kısırın yanında çay olmadan yapamaz.
Bütün olmanın, tam olmanın hazzıyla yaşanır kılınır bu hayat.
Bunu bir kaç konu altında toplayarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tarihte değişmeyen bir gerçek var ki, her zaman var olmuş bir şeylerin arkasından gitmişizdir. Her alanda istisnasız bu böyle olmuştur.
Örneğin edebiyat tarihinde “var olmak”için, belli topluluklara üye olman gerekiyordu. O topluluk içerisinde yer aldığın takdirde “var”dın.
Bilim dünyasında da durum farksızdı. Hep bi inanışın, kabullenilmiş doğrunun peşindeydik sorgusuzca. Dünyanın yuvarlak olduğunu iddia eden bir kişinin ölümle yargılanması bize “bir”olmanın yok olmak olduğunu kanıtladı.
Geçmişten günümüze var olmak için, “ben burdayım” demek için bir topluluk içinde yer almamız gerektiğine inandık.
Bunun en güncel örneği; insanın ününü, kabul görmesini instagramdaki takipçi sayımız belirler oldu.
Günümüzde de var olmak için toplulukların peşine düştük. Trend olan ne varsa bizi “var” edeceğine inandık. Bu bizi toplumun bir parçası yapıyor gibi gördük. Bundandır ki hep bi moda olanın, trend olanın peşine düşüşümüz.
Bu durum, insanın, her dönem kabul görme şekli oldu.
Aklınıza gelen her konu kendi yıldızını parlatıp, kendi modasını yarattı ve peşinden gelmeyeni yok saydı.
Dönemsel-sezonluk trendlerimizin başında ise hiç durmadan değişen yeme alışkanlıklarımız yer alıyor.
Son yıllarda coğrafyamıza uygun olmayan, biyolojimizin alışık olmadığı besinlerin peşine düştük.
Topraklarımızda yetişmeyen her besin “mucize besin” olarak önümüze sunuldu. Chia, teff tohumu, kinoa, pikan cevizi ve listeler dolusu farklı topraklarda yetişen ürünler raflarda yerini aldı, üstelik mevcut fiyat listesinin üç katına.
Gerçekten mucizevi mi tüm o garip besinler?
Topraklarımızda yetişen tohumların besin değerlerini ithal tohumlarla kıyaslayınca hiçbir fark olmadığını göreceksiniz.
Ama strateji, marka, reklam tüm bunların önüne geçiyor.
Mucizevi Besin olarak raflarda yerini alan TEFF tohumunu protein kaynağı olarak işlediler bizlere.
Oysaki ana vatanı Anadolu olan Buğdayın protein değerinden bahseden yok.
Araştırmalara göre 100 gram teff tohumu içerisinde 13.3 gram protein mevcutken, buğdayda 12.6 gram protein bulunuyor. Yağ yakan mucize besin olarak adlandırılan teff’ in 100 gram ında 367 kalori varken buğdayın 100 gramı 327 kalori var.
Bunun gibi, tüm araştırmalara internetten kolaylıkla ulaşabilir, aradaki farkı sizlerde rahatlıkla görebilirsiniz.
Bu konuyla ilgili bir diğer rahatsız olduğum konu ise; genetik mirasımızın göz ardı edilmesi.
Belli bir genetik mirasa sahibiz ve yüzyıllardır yediğimiz tohumu, tahılı sindirmeye alışan sindirim sistemimizi, hiç de alışık olmadığı yepyeni besinlerle tanıştırmaya çalışıyoruz.
Sindirim sistemimizin buna alışması ne kadar mümkün?
Bedenimizin yüzyıllardır öğütmeye alıştığı, sistemimizin kabul ettiği tohumlara bir şans vermeye ne dersiniz?
Tüm bunlar kapitalizmin oyunu asla evinize, mutfağınıza almayın demiyorum elbette. Bende kinoa salatasını severek tüketip, pikan cevizini bayıla bayıla yerim. Fakat bunların yanında, buğdayın içinde yer aldığı her tarife aşığım. Fındığı çaya çorbaya dahil edecek kadar sever, keyifle tüketirim.
Hiç bir besin tek başına mucizeler yaratmaz. Dengede kalmak en güzeli…
şimdi gelelim bize işlenmeye çalışan topraklarımızda doğmayan, bizden bi haber olan psikolojiye.
Psikolojinin yöreseli mi olur?
Elbette olur. Yıllarca psikoloji biliminin başka topraklarda yeşerip dünyaya yayıldığı inancını benimsedik.
Psikolojinin babası olarak bildiğimiz Freud ve gestalt psikolojisi kurucularının dedikleriyle geldik bu günlere. Bugünümüze ışık tutan sayısız araştırma, bilgi birikim bıraktılar bizlere.
Fakat ben konuya bilim yönünden değil de yöresel tarafından bakmak, sizleri de aynı pencereye davet etmek istiyorum.
Nereli bu adamlar?
Evet evet ciddi ciddi soruyorum nerelidir, kimlerdendir bu adamlar?
Ne demek Freud nereli? Koskoca psikolojinin babası Freud’ün nereli olduğundan bize ne dediğinizi duyar gibiyim.
Şimdi bir de şu şekilde soracak olursam, Freud yıllarca yaptığı araştırmaları hangi insanlar üzerinde yaptı?
Haritanın, bizim tarafına ayak bastığı kaynaklarda görülmemiş.
Beynimizin yapısı hakkında yaptığı araştırmalarla günümüze ışık tuttu elbette; fakat coğrafyaya,iklime, genetik mirasımıza göre bir takım farklılıklarımız mevcut.
Yaşantımız, doğrularımız, inanışımız farklılık gösterirken başka topraklarda yeşeren bilimin verilerini yüzde yüz kabul etmek bana pek mantıklı gelmiyor.
Günümüzde pek de adı duyulmayan onca bilim insanımızdan ne yazık ki bahsedilmiyor. Ortaokul ve lise çağındaki çocuklarımız Freud’ün kim olduğuna dair fikir sahibiyken Farabi, İbni Sina, Karacaahmet denildiği zaman ne yazık ki aynı yeterliliğe sahip değiller.
Bugün sadece Freud’ün öğretileriyle tedavi ediliyor olmamız bu anlamda bir arpa boyu yol alamadığımızın göstergesi.
Tüm öğretileri, araştırmaları heybemize alıp öyle yol almalıyız.
Basma kalıplardan sıyrılarak, alışılmış doğruları sorgulamalıyız.
Danışan olarak bana gelen insanlarda da gözlemlediğim kadarıyla kalıplaşmış öğretilerden ziyade, esnetilmiş ve üzerine yeni bilgilerle tazelenmiş yöntemler bizler için çok daha kalıcı sonuç sağlıyor.
Bundan dolayı psikolojinin yerelliğini, yöreselliğini savunuyorum. Floransa’da yaşayan bir insana uygulanan psikolojik teknikle Anadolu’da yaşayan bir insana uygulanan yöntemlerin aynılığı ne denli kazanım sağlıyor emin değilim.
Bu durum estetik furyasıyla beraber dünya üzerindeki insanların tek tipleşmesi gibi hissettiriyor bana.
Biricikliğimizin peşine düşelim.
Kendimizi tanıyalım.
Kimiz, nereden geldik, ne olduk, nelere yatkınlığımız var gibi sorulara cevap bulalım. İşte o zaman başımıza gelen bir olayda çözüme bir adım daha yakın oluruz.
Aynen öyle valla katılıyorum..
Cok iyi yazmışsın