Hayatımızın SIFIR Noktası
Merhaba; ben iç mimar ve yaşam koçu Merve Yeşil. Yeri gelir tuğlalardan koca koca binalar diker, yeri gelir kelimelerden bir dünya inşaa ederim.
Her şey ne garip değil mi?
Hiç bir şeye alışamayacağını düşünen biz, kalıplarını kırmaktan dökmekten korkan biz, konfor alanımızdan çıkmaktan kaçan biz insanoğlu yapmam dediği her şeyi yapar oldu. Evde asla kalamam diyen işkolikler 1.5 ayı devirdi evlerinde, aman canım ne büyüttünüz bu salgını diyenler üç kat maskeyle siperlikle gezer oldu, starbuckstan bir shot espresso içmeden gözüm açılmıyor diyenler anam babam usulü türk kahvesine döndü.
Hayat yapmam dediğini yaptırır, gitmem dediğin yere koşar adım seni götürür, asla dediklerini gün gelir vazgeçemediklerin yapar. Şu an tam da o noktadayız.
Hayatın sıfır (0) noktasındayız.
Sıfırın etkisizliği değil, aksine, sanki tüm sayılarla çarpılıp hepsini yutmuşcasına bir noktadayız.
Bu durumu beyazın hayatlarımızdaki konumuna benzetiyorum.
Beyaz, hepimize göre etkisiz nötr bir renktir. Oysaki BEYAZ tüm renklerin karışımıdır, tüm renkleri içinde hapsedendir. Tıpkı bizler gibi.
Sanki tüm kitapları okuyup bitirmiş ama sonunda hala içimizde koca bir boşluk var gibi, sanki tüm yazılı sınavları ışıltılı başarılarla atlatmışız ama sonunda yaşadığın anlamsızlık gibi… Şu an hepimiz kocaman bir sıfıra dönüştük, tüm sayıları yuttuk.
Renklerimizden arındık, tek renk olduk, bir olduk. Beyaza boyandık.
Bildiklerimiz, gezdiklerimiz, gördüklerimiz, yıllarca durmadan girilen sınavlar, mülakatlar,seminerler,eğitimler ve dahasıyla kendimizi yere göğe sığdıramadık. Çünkü öylesine bir bilgilendik, ışıldadık ki dünyanın hakimi zannettik kendimizi.
Oysa gün geldi ve tüm öğretilerimiz sıfırlandı, artık sadece hayatta kalmayı öğrenmemiz gerekti.
O sayfalarca dolusu bilgiler köşesine çekildi bizi yalnız bıraktı.
İnsanlığımızla, ilkelliğimizle baş başa bırakıldık.
Hani o kadar öğretilerimiz nerede?
Yok oldu.
Çünkü sen insan olmayı unutalı epey oldu sevgili insanoğlu.
Kendini robotlaştırdın, mekanikleştirdin,yapaylaştırdın, doğada 400 yıl çözünemeyecek bir plastik atığa dönüştürdün.
Oysa bizler sadece yaşamalıydık… düpedüz, olduğu gibi…
İnsan olmak ne demekti hatırlayanınız var mı?
Toprak olmaktı, topraktan gelmekti, toprağa karışmaktı, balıklarla yüzmek, kelebeklerle dans etmekti, bir ağacın gölgesinde ciğerlerin patlayana kadar mis gibi havayı içine çekmekti.
Biz yaşadığımız gökyüzünü unuttuk.
Çalıştırdığımız onca aletin sesinden kuşların sesini duyamaz olduk. Diktiğimiz gökdelenlerle güneşi göremez olduk. Süper lüks motor yatlarla denize dokunamaz, seyre dalamaz olduk; bu yüzdendir güneşin denizle, dağlarla olan raksına şiir yazan kimsenin kalmayışı.
Peki şimdi ne oldu?
Her şey durdu.
Tüm çalışan aletler sustu, ışıldayan gökdelenler terkedilmiş bi halde kalakaldı. Ağaçları katledip kendimize şu gezegende yer yapmak için olur olmadık yerlere ev kondurduğumuz yetmezmişcesine, trafiğimizle egzozumuzla hayvanlarımızın canına kast ettik üstelik yerdekiyle yetinmedik gökyüzündeki trafikle oraların da hakimi olduğumuzu göstermeliydik tüm canlılara, gösterdik de.
Peki sonra ne oldu?
Yerde gökte ne varsa çekildi köşesine.
Baktık ki öyle pek de matah canlılar değilmişiz.
Sen tüm canlıları evinden yurdundan et sonra da doğa sessiz kalsın. Olmadı işte depremi, felaketi, yangını, salgını derken şu dünyada zerre kadar söz sahibi olmadığımızı anladık.
Şimdi bize düşen tek görev, yaşamak.
Doğaya karışmak, doğayla bir olmak. Esnemek… Eğilip bükülmek rüzgarla dans etmek, güneşe yüzümüzü dönmek, yağmur damlalarında ruhumuzu yıkamak.
Şimdi bize düşen tek şey bir olmak,biz olmak.
Yeni düzen değil yeni SEN
Herkes yeni düzeni konuşuyor, tartışıyor, online oturumlar düzenliyor.
Ama yeni sen hakkında yorum yapana pek rastlamadım.
Çünkü rastlasan da göremezsin, insan söylenenleri ancak zamanı gelince duyarmış.
O halde gelin bizler de yeni seni tasarlayalım.
Yeni sen olmaya hazır mısın?
Yeni düzendeki ya da eski düzenden gelen hiçbir şey etkilemesin bugününü. Geçmişin hatasını kabul edelim, geleceğin kaygısında boğulmadan bugünü yaşamayı öğrenelim.
Şimdi biraz özümüze, içimize dönelim.
Kendimizi tanıyalım.
Gözlerimizden örnek verecek olursam; vücudumuzda, gözlerimizle en net görebildiğimiz yer neresi; ellerimiz,hatta ayaklarımız. Oysaki kaşlarımız, burnumuz gözümüze en yakın yer, yanıbaşındakini görmek varken nasıl olur da en uzağı görürüz? Bu da bize şöyle bir çıkarımda bulunduruyor.
Gerçeği, ancak durumdan uzaklaştıkça görebiliriz. Bazen de diğer gerçeklikleri görebilmemiz için bize birilerinin bunu göstermesi gerekir.
İletişimde buna yansıma denir.
İletişimin ilk 3 kuralından en önemlisidir.
Karşındakine ayna olabilmek, yansıtabilmek.
Ve şimdi aynanın karşısına geçin gözlerinizin içine bakın, gerçekten bi durun ve bakın. Orada kaybettiğiniz çok şey göreceksiniz.
Aç kalbinin pencerelerini, uçuşsun perdelerimiz…
Güneş sızsın kalbinin karanlık odalarına. Hafifletsin bizi.
Eğer yolunu kaybedersen, yüzünü doğaya dön…
O, en iyi yol göstericidir.
Son dönemde her yerde karşımıza çıkan MONSTERA bir diğer adıyla DEVETABANI bitkisini muhakkak görmüşsünüzdür. Son zamanların ünlü tropikal bitkisi.
Bu kocaman, ihtişamlı bitki benim haritam oldu.
Güneşin bir monstera ya dokunduğu ana şahit olursanız, elinizdeki işi gücü bırakıp beş dakikalığına onu izlemeyi deneyin. Yapraklarındaki irili ufaklı deliklerden süzülen güneş; kalbimin tozlu raflarına ışık tuttu.
Şimdi sıra sizde…
Harika bir çalışma 👏🏻👏🏻👏🏻