İnsan yavrusu olarak irademiz dışında herhangi bir şeye zorlanmak hemen hemen her zaman direnç göstermemize neden olur.  Bir klinisyen olarak söyleyebilirim ki kliniğe, tedavi için gelen hastaların en çok zorlandıkları durumlar (engellenme eşikleri) ve bu zorlantılara (engellenmelere) verdikleri tepkiler yaşam matematikleri hakkında bizlere büyük ipuçları verir.

Engellenmek ya da boyun eğmek deyince aklınıza sadece otorite figürleriyle karşılaştığımızda gösterdiğimiz davranış biçimleri gelmesin. Boyun eğmek, içinde bulunduğumuz şu zor günlerde, kısıtlı beslenme, barınma şekli ve de belli başlı yaşam olanaklarına razı olmak diye de tarif edilebilir.

Frustrasyon (Doyumsal Yoksunluk) yani engellenme ise; insan yavrusunun yaşadığı her türlü fizyolojik ve psikolojik kıtlığa, doyum sağlayamama durumuna uyum sağlamak zorunda kalmasıdır.

Erişkin kişilerin gündelik yaşamları engellenmelerle doludur. Açlığı bekletmek, cinsel arzuyu uygun cinsel nesneye yönlendirmek, öfkeyi saldırganlığa çevirmeden yatıştırabilmek gibi… Kişilerin engellenme eşiği erişkin ve olgun olmaları ile doğru orantılıdır. Erişkin bireyler istek arzu ve ihtiyaçlarını önceliklendirip bekletebilirken çocuklar için bu durum daha zordur. Çocuk dürtüsel bir biçimde bekletilmeden, çabucak arzu nesnesine ulaşıp ihtiyaçlarının hızlıca giderilmesini bekler. Yine aynı şekilde uygun olmayan davranışı erteleyebilme bastırabilme yetisi henüz gelişmemiştir. Bu durumda, isteklerini bekletemeyen, engellenme eşiği düşük olan, impulsif (dürtüsel) kişiler için ımmature (olgunlaşmamış) yetişkinler diyebiliriz.

Polyvagal Teori, kişinin yaşadığı zorluklar karşısında ‘teslim olma’ sistemini ölüme ramak kala son baş etme durumu olan depresyon (çökkünlük) ile eşleştiriyor. Bu demek oluyor ki bir engellenme durumuyla karşılaştığımızda ruhsal olarak bir (anhedoni) yaşamdan haz alamama yaşamın tüm hazlarına duyarsız kalma pozisyonuna geçiyoruz. Buna karşın bireyler, hayatta kalmak söz konusu olduğunda daha önce zorunlu olarak gördükleri ihtiyaçlarını önceliklendirmeyi bırakıp en ekonomik canlı oluveriyorlar. Bu teoriye göre ilk çocukluk yıllarından başlayarak ergenlikle birlikte tavan yapan tüm isyanlar, inatlaşmalar, daha özgür olma çabaları, bireyin yaşıyor olduğunu, daha fazla hissetmeye çalışmasından kaynaklanır.  Yine diyebiliriz ki bireylerin ebeveyne, otoriteye, düzene başkaldırışı hayatta olduğunu daha fazla duyumsama çabasıdır.

Tüm bunların ardından bu psikolojik ve ruhsal ihtiyaçlar bugün içinde yaşadığımız ‘sosyal izolasyon’ kurallarıyla ilintili olarak işlevsiz kalmış olabilir. Kişiler, yaşamları içerisinde kendi koymadıkları fakat toplumun tayin ettiği zorunlu sınırlar içinde yaşamaya çalışırken çeşitli ruhsal zorlanmalar yaşayabilirler. Öncesinde var olmayan bu sınırların virüsten korunma gerekçesiyle bir anda yaşamımıza girmesi insan yavrusunun bu sınırları bir engellenme olarak yorumlamasına neden olabilir. Buradan bakınca beş bin yıldır bir arada ortaklaşa yaşam sürmüş ‘sosyal yaşam’ inşa etmiş insanlığın kısa bir sürede izole yani temassız yaşamak zorunda kalması zor değil neredeyse imkânsız gibi görünüyor.

Ancak öyle bir grup var ki yaşanan bu izole olma durumunu yalnızca zorlanma değil, baş edilemez bir engellenme şeklinde tarif ediyor. Bu grubu yukarı da bahsettiğimiz dürtüsel, ımmature ve ilişkilerde sınır sorunu yaşayan kişilik tipleri şeklinde tarif edebiliriz.

Bu durumu sosyal ilişkilerinde sınır sorunları yaşayan, sınırları öğrenme konusunda isteksiz davranan danışanlarımdan edindiğim bir kavramla açıklamak isterim. ‘Mecbur bırakılmaya karşı duyulan aşırı bir hassasiyet.’

İnsanlık tarihi içerisinde benzeri yaşanmayan bir dönemden geçtiğimiz su günlerde, belki de ilk defa tüm insanlığın eş zamanlı tecrübe etmek zorunda kaldığı bir kavramı ele almakta fayda var ‘GÜVENLİK PROBLEMİ’ dünya ilk defa ortak bir güvelik sorunuyla karşı karşıya..

Dünya üzerinde hiç kimsenin (COVİD-19) korona,virüse karşı güvende olmadığı şu günler bize gösterdi ki; yüksek demirli evler, büyük binalar, polis, ya da asker, kişisel kaynaklarımız, fiziksel güç ya da zihinsel performansımız, insanlık tarihinin yüzyıllık deneyimlerle edindiği bilgi ve teknoloji ya da bize önceden güvende hissettiren başka bir şey virüse karşı güvende hissettirmeye yetmiyor.

Yaşanan bu durum bize kavramsal olarak birçok şeyin tarifini yeniden yapmayı düşündürdü. Herkesin yaşadığı ortak güvenlik sorunu ‘İnsan eşitliği’ kavramını da bize yeniden hatırlattı. Pandemi yönetimleriyle birlikte insanların yaşayacağı ekonomik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçların coğrafya ayırt etmeksizin aynı olduğu ve en önemlisi doğa karşısında insan yavrusunun sahip olduğu teknoloji ve bilgi birikimine rağmen güçsüz ve çaresiz kalabileceği gerçeği…

Ve daha pek çok şey…

Kendi sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini tayin etmekte zorlanan danışanlarımla çalışırken; sıklıkla karşılaştığım durum, bu kişilere önceki yaşamlarında ebeveynleri tarafından dış dünyada başkalarına ait sınırların (diğer insanlar, hayvanlar ve sosyal yaşam kuralları. gibi) olduğunun öğretilmediğidir.

Evlerimizde sosyal izolasyon kurallarıyla ve kendi sınırlarımızla kaldığımız şu günlerde; kendimizin, çevremizin daha da fazlası doğanın sınırları üzerinde düşündüğümüz öğretici bir dönemden geçiyoruz.

Salgın bitip hayat normale döndüğünde, insan yavrusunun kendi kendine otururken üzerine düşündüğünü varsaydığım; doğaya saygı kararları, tüketimde yaşanan sınır problemleri, insanların ihtiyaçlarından daha fazlasını tüketmemeye bağlı yaşam biçimine geçme düşünceleri, gelecek nesillerin mirasından sorumsuzca ve savurgan biçimde harcamama kararları… Tüm bunları kavrayabilmek insan olarak sınırlarımızın nerede başlayıp nerede bittiğini kavramaktan geçiyor.

Umuyorum ki yaşamak zorunda kaldığımız bu sosyal izolasyon, temassızlık, engellenme bizlere dünya üzerinde bizden başka canlılarında var olduğunu bizim de doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlatıp, doğayla ve diğer canlılarla olan sınırlarımızı yeniden gözden geçirmek konusunda öğretici olmuştur. Ve tüm insanlık olarak önce kendi yaşamımızdan başlayarak bu sınırları öğrenmemiz gerektiğinin bilincine erişmişizdir.

Çünkü içinden geçtiğimiz şu dönemde, insanların eksikliğini hissettiği ‘güven duygusu’ ancak ve ancak sınırların doğru tayin edilmesiyle birlikte geri gelebilir.

İnsan yavrusu olarak gelecek dönemlerde benzer sorunlarla tekrar karşılaşmak istemiyorsak  

‘Doğanın Sınırlarına Saygı’ ve ‘Kişisel Sınırlara Saygı’ konusunda kendimizi eğitmeli, ‘Sınır’ kavramının önemi konusunda ortak fikirde ve duyarlılıkta olma farkındalığına tüm insanlık olarak çabucak erişmeliyiz.

Sevgi ve özlemle…

Uzm. Psk. Burcu SUBAŞI

brc_sbs

About brc_sbs

Uzm. Psk. Burcu SUBAŞI

Yorum Yaz